2 Temmuz 2011 Cumartesi

Rango- Hiç kimse kendi kaderini terk edemez



Hafta sonu kahvaltılarımızın vazgeçilmez ögelerinden bir tanesi de animasyon filmler. Bu cumartesi kahvaltısında da seçimimizi Rango'dan yana yaptık.

Çocukluk yıllarımdan babamın ilgisiyle tanıdığım bir film tarzıydı western filmleri. Laf aramızda hiç sevmem oldukça da sıkılırım; fakat Rango’nun ilk karesinden itibaren size çok farklı yerlere götüreceğini garantilediğinizi hissediyorsunuz.
Çoğumuzun Karayip Korsanları’ndan tanıdığı Gore Verbinski yönetmenliğini üstlenmiş. Korsan filmlerinin unutulmaya yüz tuttuğu bir arada ses getiren farklı bir film yapatmıştı Rango’da da bu farklılığı çoğu konuda görmek mümkün yönetmenimizin ilk animasyon filmi olmasına rağmen.
Filmin konusundan kısaca bahsetmek isterim sizlere. Filme isim veren ev bukalemonumuzun kimlik bunalımı yaşarken başından geçen olaylar şapşal ve duygusal oluşu komik bir dille anlatılmış bizlere.Özgüvenini haybetmiş kahranımızın kimlik arayışı ve filmin sonunda aydınlanması” gibi klasik bir hikayesi var, ayrıca ilk sahnelerde karşımıza çıkan şirin hatunun izleyen bölümlerde kahramanın aşkı olacağı gerçeğiyle senaryonun orijinalliğinden söz edemeyiz belki ama sadece güldürmeyelim aynı zamanda sosyal mesajımızda olsun demeleriyle de farklılık yaratmışlar. Filmde ayrıca kapitalizme, eski western filmlere de göndermeler tadında verilmiş.
Gerçek hayattan kesitler sunuyor dersem abartmamış olurum herhalde. Özellikle güçler ayrılığı konusu üzerine duruluyor, toplumları pasif çoğunluklardan ziyade aktif azınlıkların yönetmesi ağır basıyor. “Suyu kontrol edersen, her şeyi kontrol edersin.” le de gerçek gücün bir gün suyu kontrol edenin olacağı görüşü üzerine işlenmiş.
Şimdiye kadar izlediğim animasyonlar filmlerin ayıran özellik ise bazı karakterlerin çirkinliği. Efendim karakterlerimizin neredeyse tamamı hayvanlardan oluşuyor ve bazen öyle bir hal alıyorlar ki bakmaya katlanamıyorsunuz(yan tarafta görebileceğiniz gibi). Rango’da karakterlerde çirkinlik ve sevimlilik ustalıkla bütünleşmiş diyebiliriz.
Tüm bunlarla birlikte teknik açıdan mükemmele yakın bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim, aksiyon sahnelerini orantılı ve sürükleyici, ışıklandırma ve gölgelendirme oldukça başarılı. Kanyondaki kovalamaca sahnesi bana Star Wars’u hatırlatmadı değil.
Dikkatimi çeken bir başka olaysa filmi seslendiren oyuncuların filmi yaşamış olması şöyle ki http://www.youtube.com/watch?v=CDyYGBL0HKw bu da izleyiciye karakterlerin daha da gerçekçi olması şeklinde dönüyor.
Johnny Depp ve Isla Fisher ana karakterleri seslendiriyor ve oldukça başarılılar.
Benim zaafım olan bir karakterin ise filmde kötü adam rolünde olması moralimi bozmadı değil. Kaplumbağadan bahsediyorum evet, belediye başkanı statüsündeki beyimiz halkının ardından neler yapıyor neler. Fakat bir kaplumbağayı tekerlekli sandalyede golf oynarken hayal ettiniz mi derseniz cevabım hayır olur. Filmde bunun gibi bir çok karakter ustaca resmedilmiş. Elektro çalan baykuş, taramalı tüfeği olan çıngıraklı yılani yürüyen palmiyeler bunlardan bir kaçı. Ayrıca hangi karakterin hangi hayvan olduğunu düşünüp bulmak da oldukça eğlenceli bana kalırsa.

Dahası filmde müzik seçimleri de ayrı bir güzellik katmış. Şöyle ki http://www.youtube.com/watch?v=aXfeJgSILdg&feature=related



Sonuç olarak "Hiç kimse kendi kaderini terk edemez." Der size iyi seyirler dilerim.

P.s. İlk film yorumum umarım iyi olabilmiştir, bunun öncesinde hep filmi anlatmış olmaktan korkup vazgeçmiştim, korkumu yendim. Bknz. Oh bee!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder